‘Kara Haziran’: 6-7 Eylül Foçateyn
Hala Özgür Duygu
Sabancı Üniversitesi Temel Geliştirme Müdürü Öğr. 19. yüzyılda demografik temizlikle başlayan, savaş ve toptan yıkımla değişen bir dönem.
19. yüzyılın ortalarından itibaren gelişen ticareti ve büyüyen ekonomisiyle Osmanlı Rumları ve Osmanlı girişimci orta sınıfının yerleştiği bir çekim merkezi olan Foça, Sri Lanka’dan başta tuz ve üzüm olmak üzere pek çok mal ihraç eden gelişmiş bir limandır. Japonya’ya. Büyük nüfusu Rumlardan oluşuyor. Ancak 1914 yılı Haziran ayında bu durum bir anda tersine döndü. Birinci Dünya Savaşı arifesinde, kasabanın Rum halkı, bir anda ortaya çıkan Müslüman çeteler tarafından zulme uğradı, malları ve meskenleri yağmalandı. Bazıları şiddet olaylarında hayatını kaybediyor. Geriye kalanlar ise çözümü Ege adalarına ve Yunanistan’a kaçmakta buluyor. 11-13 Haziran 1914’te yaşanan ve üç gün içinde 15 binden fazla Osmanlı Rumunun Foça’dan ayrılmasıyla sonuçlanan olaylara dönemin Osmanlı yönetimi en ufak bir müdahalede bulunmadı. 1914 yılına kadar tarihinin hiçbir döneminde Müslüman-Hıristiyan gerilimine tanık olmayan Foçateyn’de yaşananlar tam bir “nüfus temizliği”ydi.
İttihat ve Terakki’nin politikaları sonucu gelişen bu olayların nedenleri ve dinamikleri, aradan bir asır geçmesine rağmen bugün bile tam olarak tartışılmıyor ve sorgulanmıyor. 109 yıl önce uygulanan “demografik temizliğin” de Türkiye’nin yüzyıllık dönüşümünün toplumsal tarihini anlamak için değerli bir örnek olduğu ortaya çıktı. Akademisyen Emre Erol, Foça’nın çok kültürlü, çok dilli ve inanç sistemli bir imparatorluk semtinden, tek kültürlü bir ulus devlet ilçesine dönüşmesini yeni belge ve tanıklıklarla anlatıyor.
Erol’la Foça’nın dönüşümünü konuştuk.
Foça’nın tarihini bu kadar özel kılan ne?
Beni 2009 yılında Foça üzerine çalışmaya yönlendiren süreci başlatan şey, yüksek lisans tezim sırasında Osmanlı’da sosyalizm üzerine yaptığım bir çalışmaydı. Bu çalışmanın sonunda sosyalistlerin sıklıkla temas kurduğu liman işçileri üzerinde çalışmak istedim. Aynı dönemde Doğu Akdeniz coğrafyasındaki liman kentlerindeki organize personel hareketlerine ilişkin literatür ve arşiv araştırmaları yaptım. Aradığımı çok uzakta değil, anne tarafı aile geçmişim ile iç içe olan “arka bahçemde” buldum diyebilirim. Doktora çalışmam için oluşturduğum ilk taslakta amacım Eski ve Yeni Foça liman kentlerindeki çalışanlara yönelik bir araştırma yapmaktı. Ancak çalışanlara dair topladığım belgeler, literatürde daha önce detaylı olarak çalışılmamış bir zorunlu göç meselesinin de farkına varmamı sağladı.
Sonuçta 2016’da yayımlanan kitabım, yaklaşık yüz yıla odaklanan, hem ekonomik büyümeyi hem de yıkımı inceleyen bir Foça monografisi haline geldi. ‘Foçateyn’ kitabı, 2016 yılında İngilizce olarak yayımlanan akademik kitap Foça’yı satır satır inceleyerek, sadeleştirerek ve yeni kaynaklarla besleyerek yazdığım bir çalışmadır.
Foça’nın 1820’den 1920’ye kadar geçirdiği süreci anlatırken “Büyük Dönüşüm” ifadesini kullanıyorsunuz. Peki bu dönüşüm neden “büyük”?
Yarım asırdan kısa bir sürede Foça ekonomik, kültürel ve demografik alanlarda nispeten hızlı bir büyüme/gelişme, belki de çok daha hızlı bir daralma/yıkım yaşıyor. Bu iki zıt dönüşüm, yönleri taban tabana zıt olsa da büyük olarak tanımlanmayı hak ediyor. Otuz yılda yaklaşık dört katına çıkan ilçenin nüfusu, birkaç yılda üçte iki oranında azaldı. Nispeten değersiz bir ekonomi, devasa bir imparatorluğun en değerli vergi gelir kalemlerinden birini üretmeye başlar. Demografi hem nicelik hem de nitelik açısından altüst oluyor. İpin bir ucunda enerji santralleri, tuz üretim alanları, dünya ticareti ve sanayiyle eklemlenme yer alıyor. Diğer uçta ise zorunlu göçün, şiddetin, savaşların ve sürgünlerin kavşağı haline gelmiş hayalet bir kasabadır. Foça’nın yakın tarihi, birden fazla dönüşümün aynı mekana dönüşme tarihine yakışan olağanüstü bir örnektir.
‘6-7 EYLÜL OLAYLARI 1914’TE BAŞLAYAN SÜRECİN SON EVRELERİNDEN BİRİDİR’
1914 Foça tarihinde neden değerlidir?
1914 yılı, Foça için büyüme odaklı büyük dönüşümün yerini şiddet, savaş ve yıkım odaklı bir dönüşümün aldığı bir dönüm noktasıydı. Büyümeden küçülmeye geçiştir. Hem geçmiş doktora çalışmam hem de şu anki kitabım ‘Focateyn’, 1914 olaylarını ulaşabildiğim tüm kaynak ve yorum çerçevelerini kullanarak ortaya koymaya çalıştığım çalışmalardır. “Kara Haziran” ya da “organize kaos” olarak da tanımladığım 1914 olayları, en basit tabirle 6-7 Eylül Foçateyn kazası olaylarıdır. Aslında 6-7 Eylül Olaylarını 1914’te başlayan bir sürecin son aşamalarından biri olarak adlandırmak daha doğru olur.
1914, Foça’nın sanayi odaklı büyümesine, demografik çeşitliliğine ve dünya pazarlarıyla bütünleşmiş ticari yapısına engel oldu. Foça’nın ekonomisinin ve demografisinin 1914’teki düzeyine ulaşması, Cumhuriyetçi Türkiye’nin ortaya çıkışından onlarca yıl sonra olabilir. Dolayısıyla Foça özelinde bir Cumhuriyet tarihi yazacaksak 1914’ten başlamak aktörler, olay örgüsü ve dönüşümlerin sürekliliği açısından son derece anlamlı olacaktır.
“Kara Haziran” dediğiniz dönemde Rumların Foça’yı terk etmek zorunda kalmasının sadece Foça’da yaşanan münferit bir olay olmadığını belirtiyorsunuz. Nereden?
Cevabı kitapta. Aslına bakılırsa bu kadar. Bu konu benim için değerlidir. Kitapta, 1914 yılında Foça’da yaşanan zorunlu göç ve şiddetin olay örgüsünü, olabildiğince sade bir dille, mevcut tüm kaynakları eleştirel bir şekilde filtreleyerek ve okuyucuya konuyla ilgili kendi fikrini oluşturma şansı vererek anlatıyorum. ona ne oldu. Daha sonra bu konuyla ilgili önde gelen akademik yorumlayıcı çerçeveleri tanıtacağım. Daha sonra argümanlarımı ve yorum çerçevemi sunuyorum.
1914’teki Balkan Savaşları’nın ardından zorunlu göç ve şiddet olayları, o dönemde iktidarı elinde bulunduran İttihat ve Terakki’nin önemli bir kabuk değiştirme ve radikalleşme (daha etnik kimlik merkezli bir milliyetçilik anlayışı ve normalleşme niyeti) yaşamasına yol açtı. kurulduğu günden itibaren şiddet (siyasi bir araç olarak şiddet) Bunun İttihat ve Terakki tarafından planlanıp yürütülen bir demografik mühendislik projesi olduğunu savunuyorum. Ancak hem siyasi iradenin hem de alanın gerçekliğinin veya bağımsız aktörlerin/yapıların etkisinin bir karışımı var. İşte tam da bu yüzden “organize kaos” tabirini kullanıyorum. Akademik kanaatimce 6-7 Eylül bu şekilde de yorumlanabilir.
Örneğin, dönemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın rakamları açıkça ortaya koyduğu ve 160 bine yakın Osmanlı vatandaşını zorunlu göçe zorlayan 1914 olayları, her bölgede aynı şiddetle yaşanmıyor. Bu da İttihat ve Terakki’nin rolünün yanı sıra başka faktörlere de bakmanın gerekliliğini göstermektedir. Amaçlananla yaşananlar arasında birebir ilişkinin olmadığı Edremit, Burhaniye, Ayvalık civarı vb. benzer zorunlu göçler yaşandı. Foça’da şiddet olaylarının mekânları ve düzeyi arasındaki fark ortaya çıktı ve bu durum o dönemde Osmanlı Mebusan Meclisi’nde ciddi bir tartışma konusu oldu. Kitapta olayların nedenleri (Balkan Savaşları sonrası Yunanistan Krallığı ile yaşanan mücadele ve yeni savaş riski), İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin o dönemdeki dinamikleri, yürütmenin dünya görüşü gibi konularda jeopolitik durum ele alınıyor. İttihat ve Terakki kadrosu, o dönemdeki Osmanlı toplumunun dinamikleri ve Balkanlar. Savaşların etkileri gibi birçok olayı tartışıyorum.
ÇOK DİLLİ VE İNANÇ SİSTEMLERİNE SAHİP BİR İMPARATORLUK KALESİNDEN TEK KÜLTÜRLÜ ULUS DEVLET ŞEHRİNE
1914’ten önce Foça’yı “kırılgan bir kozmopolitliğin hüküm sürdüğü” bölgelerden biri olarak tanımlıyorsunuz. Bu tarifi biraz detaylandırabilir misiniz?
İkinci Dünya Savaşı öncesi dünyanın liman kentleri ve kasabaları, imparatorluk başkentleri, kara ticaret ağlarının durak noktaları, kısacası o dönemde dünyayı birbirine bağlayan küresel kapitalizmin tüm bağlantı/temsil noktaları akademik olarak üzerinde çalışılan alanlardır. kullanım genellikle kozmopolit olarak tanımlanır. Ancak bu tanım, özellikle günlük kullanımda, çok dilli ve çok kültürlü alanların nostaljik ve gerçekçi olmayan bir yorumunu da beraberinde getirmektedir. Yirminci yüzyılın büyük dönüşümleri sonucunda göreceli veya mutlak olarak kaybolan renklilik görüşü, rasyonel olmaktan çok romantik bir dinamiğe bürünüyor.
Kırılgan kozmopolitlik kavramı, hassas istikrarlarda farklılıkların olduğu, arka planda rekabetlerin olduğu, ancak günün sonunda çatışmanın değil, birliğin “dar bir farkla” da olsa kazandığı denklemleri tanımlamak için kullanılıyor. Kırılgan kozmopolitanizm kavramı, ne farklılıkların kopuşunu, ne de bir arada yaşamayı kaçınılmaz ve teleolojik bir perspektiften yorumluyor. Yaşananların ince istikrarlar üzerine inşa edildiğini vurguluyor. Geçmişin, milliyetçiliklerin yükselişiyle gerçekleşenlerden farklı olasılıklar içerdiğini görmeyi mümkün kılıyor. Osmanlı’da liman şehirleri ve kasabaları (İstanbul, İzmir, Foça, Mersin, Selanik, İskenderiye, Hayfa, Yafa ve diğerleri) için sıklıkla kullanılan bu kavramı, Foça’daki durumu açıklamakta da faydalı olduğu için kullanıyorum. .
Kitapta kırılganlığın nedenlerini ayrıntılı olarak tartışıyorum ama özetle kırılganlık, anayasal vatandaşlığın ne olduğuna/olması gerektiğine dair farklı beklentilerden, rakip milliyetçiliklerin alternatif ve dışlayıcı (tek/baskın kültür) toplumsal sözleşme tekliflerinden ve jeopolitik risklerden kaynaklanıyor. Unutmayalım ki, bugün bile farklılıkları bir arada tutmanın zor bir iş olduğunu, mükemmel bir çokkültürlü uyumun dünyanın hiçbir yerinde sağlanamadığını unutmayalım. Ancak farklı kültürlerden insanların özgürlüklerini büyük ölçüde kullanabildiği toplumsal düzenlerin sayısı yadsınamaz derecede fazladır. Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, bu çerçevede toplumsal sözleşmeye sıçramış çok kültürlülüğün ve bunların yaratabileceği kozmopolitliğin sorunlu bitkiler olduğunu söyleyebiliriz.
‘İMPARATORLUK GEÇMİŞİNDEN GELEN İDEAL BARIŞ VE HOŞGÖRÜ ORTAMINI KIRMAK TARİHİ GERÇEKLERLE ZAYIFTIR’
Osmanlı çatısı altında yüzyıllardır süregeldiği iddia edilen bir ‘toplumsal birlik ve beraberlik’ anlatısı var. Eğer öyleyse Foça örneğinde bu istikrar nasıl bir anda bozulabilir?
Batı Anadolu’da yaşananları anlamak için Bâbıâli baskını sonrasında İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesiyle başlayan süreci anlamak gerekiyor. Kitabımda bu olayları, “birliğin analığı”ndan imparatorluk ile ulus devlet arasında, daha çok ulus devlete benzeyen ve varlığını egemen ulus kavramı etrafında yeniden inşa eden bir ara biçime geçişin bir modülü olarak görüyorum.
Ama şunu da ekleyeyim; İmparatorluklar, tanım gereği, haklar hiyerarşisini yasallaştıran sistemlerdir. Sorunuzda olduğu gibi böyle bir hiyerarşiyi, egemen ulus yapısını, işgali, sömürüyü ve yayılmayı temel dinamiği olarak benimsemiş hiçbir imparatorlukta yüzyıllarca süren toplumsal birlik ve beraberlikten söz edemeyiz. İmparatorlukların (Osmanlı İmparatorluğu, Moğol İmparatorluğu veya Roma İmparatorluğu olsun) ulus devletlere göre daha çok kültürlü olması ve halklardan oluşması, bu halkların Aydınlanma’dan sonra yaygınlaşan doğal haklara dayalı haklara sahip eşit vatandaşlar olduğu anlamına gelmez. şimdiki anlamıyla. Özne ile vatandaş aynı şey değildir. Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere 1750 sonrası modern imparatorlukların çoğu bu yeni iddialar altında dönüşüme uğradı. Ancak imparatorlukların geçmişinden ideal bir barış/hoşgörü ortamı çıkarmak gerçeklerle çelişen bir kurgu, bir anakronizmdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel farklılıkları canlı tutma konusunda erken modern dönemin eşdeğer imparatorluklarına göre nispeten daha başarılı olduğu söylenebilir (hatta çok tartışmalı olduğunu düşünüyorum), ancak geçmişin bundan daha iyi bir varoluşu mümkün kıldığını söyleyemeyiz. şimdi. Bu, “imparatorluk cazibesi/nostaljisi” riskini taşır. Hemen şunu da ekleyeyim ki bu, Osmanlı’da herkesin rekabet ve karşılıklı mücadele içinde var olduğu anlamına gelmez. Hayat karmaşık bir müzakeredir.
BİR OSMANLI KASABINDA İŞ MÜCADELESİ
Foça’nın Osmanlı liman bölgesi olarak tuz üretimi ve ticaretinde dünyada öne çıkması ve bunun getirdiği personel hareketleri. O yılların Foça’sını bize biraz anlatır mısınız?
Tuz üretimi, sanayi ve ticaret, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Foçateyn ilçesinin en önemli ekonomik faaliyetlerini oluşturuyordu. Bugün bakıldığında bu çok şaşırtıcı görünebilir. Çünkü günümüzde Foça’da tuz üretiminin neredeyse hiçbir rolü yoktur. Başlıca destekleyici faaliyetler turizm ve tarımdır. Düşünün ki, Osmanlı Borç İdaresi’nin kurulmasının ardından büyük bir verimlilik patlaması yaşayan tuz şubesi, bir süre sonra devletin borçlarının bir numaralı ödeme kaynağı haline geldi. Bu devasa ekonomik faaliyetin, üretimden, depolara taşımadan, depolardan Avrupa’ya ve oradan Güney Asya’ya kadar, bugün inanılması güç bir şekilde gerçekleştiğini biliyoruz. Üretim ve lojistikteki bu dev operasyonlar doğal olarak büyük bir istihdam ihtiyacı yaratıyor. Bu da iş arayanların göç etmesi nedeniyle Foçaten nüfusunda patlamaya neden oluyor.
Demografik olarak çoğunluğu Osmanlı Müslümanlarından oluşan bir kasaba, bu dönüşüm sonunda nüfusunun çoğunluğu Osmanlı vatandaşı olan ancak Orta Anadolu ve Ege Adaları’ndan (o zamanlar hala Osmanlı kontrolü altında olan) çalışmak için göç eden Rumlardan oluşmaya başladı. Rumlar genellikle tarımda ortakçı olarak çalıştırıldıkları için mevsimsel işsizliğe karşı Müslümanlara göre daha savunmasızlar ve yeni gelişen bu sanayi ve ticari faaliyetin personelinin çoğunluğunu da Rumlar oluşturuyor. Tuz üretimi ve ticaretinde hem erkek hem de kadın personelin çalıştırıldığını gösteren belgelerimiz var.
Personel hareketlerinden bahsedelim. Meşrutiyet’in hemen öncesinden başlayıp 1909 karşı devrimine kadar süren, özgürlükler alanının nispeten genişlediği bir dönem var. Bu dönemde işçi hareketleri imparatorluğun her yerinde yaygınlaştı. Foçateyn de bu hareketlilikten ve bu dönemde özgürlüğün artmasından etkileniyor. Bunun temel nedeni iki limanın olduğu ve ekonominin adeta canlandığı bir yerde yaşanan bir kazadır. Özellikle Eski Foça limanında demirli gemilere mavnalarla tuz yükleyen ve eski tabirle “tekne işçileri” olarak anılan personelin çok yoğun ve uzun süreli emekleri var. Yine kitapta da belirttiğim gibi tuz bölümündeki tuz işleri, operasyonu yöneten “şefler”, tüm bu kişilerin fiyatları ve çalışma koşulları ile ilgili yıllar içinde hareketlenmeler, görüşmeler ve gelişmeler yaşanıyor. Mülkiyet bağlantıları, kapitalist ekonomik sistemin yayılması ve küresel pazarlarla entegrasyonun etkileriyle ilgilenen okuyucuların ‘Focateyn’de bulabileceği çok şey var.
1922 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ile Anadolu’nun ekonomik ve kültürel yaşamında etkin olan üretken insan kaynağının göçü; Yerlerine Balkan coğrafyasından gelen göçmenlerin gelmesi, son yüzyılda yaşanan zorunlu nüfus hareketlerinin belki de en önemlisidir. Bu olayların bugüne kadarki yansımaları hakkında ne söylenebilir?
Çok şey söylenebilir… Gelin bunu mevcut gerçeklikle ilişkilendirmeye çalışalım. Tek parti dönemi sona erdikten sonra Foça’nın nüfusu ve ekonomik hacmi kabaca Haziran 1914 öncesindeki seviyelere ulaşabildi. Beşeri sermayenin yanı sıra finansal sermaye de önemli ölçüde yer değiştirdi ve Foça uzun yıllar hayalet bir kasabayı andırdı. Göçmenler uyum sağlamakta zorluk çekiyorlardı ve Cumhuriyet arşivlerinde gördüğümüz kadarıyla önemli bir kısmı (çoğunlukla işsizlik ve uyum güçlükleri nedeniyle) Foça’dan ayrılmak istiyordu. Foça ve çevresinde yüzyıllarca devam eden üzüm yetiştiriciliği, bağcılık ve şarapçılık kültürü, önce büyük bir gerileme yaşadı, sonra yavaş yavaş toparlandı. Bugün Foça ve Urla’da bu bağcılık kültürünün canlandırılması için harcanan çabayı bir düşünelim. Türkiye için geçmişi unutma, Yunanistan içinse seçici hatırlama diyebileceğimiz hafıza kaybı durumunu anımsatan, eksikliklerle dolu, ötekini dışlayan bir geçmiş algısı yaygınlaştı.
‘DÜNYA ‘GÖÇ ÇAĞI’ BAŞLANGICINDA
Bugün Türkiye kayıtlı, kayıtsız ve sistemsiz göç alan bir ülke olarak yanan bir coğrafyanın ortasındadır. Yakın gelecekte göçlerin bu topraklarda yaratabileceği sonuçlara ilişkin öngörüleriniz neler?
Göç, insanlık durumunun temel bir özelliğidir. 2023 yılında Türkiye’de yaşıyorsanız göçün dönüştürücü etkilerinden kurtulmanız mümkün değil. Bu durum kaçınılmaz olarak göç ve insan hareketliliği hakkındaki düşüncelerinizi etkiliyor.
‘Foçateyn’de bahsettiğim gönüllü (1914’ten önce Foça büyürken) ve zorunlu (1914’ten sonra Foça küçülürken) göçler, tarihin tozlu raflarında kalan sorunlar değil. Tam tersine, küresel ısınma ve bunun tetiklediği iklim değişiklikleri, mevcut jeopolitik riskler ve fay sınırlarıyla birleşerek, dünya muhtemelen “göçler çağı” olarak hatırlanacak bir dönemin başlangıcındadır. Geçtiğimiz yüzyılın başında Foça dahil dünya genelinde homojen kültür ve demografi için ödenen bedeller ve gelinen nokta ortada. Artık tarih yeni bir göç dalgasına tanık oluyor. Artık karar verme sırası millettedir. Farklılıklardan yaratıcılık yaratarak, bilimsel ilerlemeyi, sosyal ortak alanları ve dolayısıyla insani gelişmeyi mi, yoksa elektrikli çitleri, dışlayıcı vize rejimlerini, etnik temizlikleri, ayaklar altına alınan doğal hakları ve savaşları mı seçeceğiz?
Foçateyn:Osmanlı İmparatorluğu döneminde Eski ve Yeni Foça’daki yerleşim birimlerine verilen ve ‘iki’ anlamına gelen eyn ekiyle verilen ortak ad İki Foça’dır.